Tarih

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Refah Devletleri

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Refah Devletleri

I.Dünya Savaşı’nın başladığı tarih olan 1914 senesinden, II. Dünya Savaşı’nın son bulduğu 1945 senesine kadar dünya, savaş, devrim ve depresyon dönemi geçirdi. Özellikle 1930’larda etkisini gösteren buhran dönemi sonrası, dünya geneline hâkim olan bu durum, 1945 senesi sonrası ivmenin tersine dönmesi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra ciddi bir büyüme dönemine girilmesi ile aşıldı. 1945 – 1975 yılları arasında gerçekleşen olağanüstü refah döneminde başlıca Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, SSCB, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle tüketim ve üretim kesintisiz olarak büyüdü. Otuz sene süren ve bolluk yılları olarak adlandırılan bu dönemde, şuan ki tüketim toplumunun temelleri atıldı. Büyük sanayi ülkeleri sınıfında yer alan bu ülkelerin, savaşın hemen ardından, daha evvel dünya tarihinde eşine rastlanılmamış bir ekonomik büyüme yaşamaları, 20. Yüzyılın ortalarından itibaren çağdaş dünya toplumunu etkisi silinmeyecek bir şekilde etkiledi. Muhteşem Otuzlar olarak adlandırılan bu dönemi anlamak için bilinmesi gereken başlıca kavram ise Refah Devleti’dir.

İkinci dünya savaşı sonrası

İkinci Dünya Savaşı sonrası

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Refah Devleti ve Onun Altın Çağı

   Refah devleti ilk kez Almanya’da 18. yüzyılın sonunda sosyal güvenlik alanında alınan önlemler nedeniyle kullanılmaya başlanmıştır. Refah devleti, toplumsal düzenin daha adaletli bir şekle getirilmesi için devletin, ekonomiye müdahale ederek, ülkede refahı yerleştirme gayretidir. Kısaca tanımlamak gerekirse refah devleti, müdahaleci, düzenleyici ve geliri yeniden dağıtıcı bir devlettir. 1945-1975 seneleri arası, refah devletinin altın çağı olmuştur. Bu yıllar arasında toplam üretim ve büyüme kesintisiz bir şekilde artmıştır. Bu büyüme sayesinde de eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, istihdam, gelir dağılımı gibi alanlarda refah devleti kurumsallaşmıştır.

Bolluk yılları süresince, ekonomi büyük bir değişim içerisinde oldu. Petrol ticareti, artan refahın ve gelişen teknolojinin lokomotifliğini yaptı. Sanayi devriminin itici gücü olan kömür, bu dönemde yerini hızlı bir biçimde yerini petrole bıraktı. Petrolün fiyatının ucuz olması ve üretiminin hiç durmaması, motorlu taşıt araçlarının gelişmesine büyük katkı sağladı. Yine motorlu taşıtların gelişmesi ile birlikte bu araçlara uygun yolların inşasına başlandı. Avrupa genelinde otobanlar yaygınlaştı. Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında başlayan uzayı fethetme mücadelesi de bu yıllarda çıkış yaptı. Sovyetlerin 1957’de ilk yapay uydu Sputnik’i uzaya göndermesi ile başlayan süreci, 1961’de ilk kez bir inanın (Yuri Gagarin) uzaya gönderilmesi takip etti. Takvimler 1969’u gösterdiğinde ise bir başka ilk gerçekleşecek, Neil Armstrong Ay’a ayak basan ilk insan olan olacaktı. Bolluk yıllarında ekonominin gerileme gösterdiği ender sektörler, yerini petrole bıraktığını az önce zikrettiğimiz kömür ve geleneksel tekstil sektörleri oldu. Sermayenin artması ile birlikte teknolojik yatırımlarda hız kazandı. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte bilimsel buluşlar daha kolay bir şekilde yaşama geçirildi. Elektronik ürünler, bolluk yıllarında insanların hayatlarına hızlı bir şekilde giriş yaptı.

sanayi devrimi başlangıcı

Sanayi devrimi başlangıcı

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Arz-Talep Dengesi

Batı Avrupa refah devletleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüketim toplumları haline geldiler ve XXI. Yüzyılın ortalarından itibaren yirmi, yirmi beş senelik bir zaman zarfını etkisi altına alacak benzersiz bir talep güdümlü ekonomik ilerleme yarattılar. Muhteşem otuzlar boyunca, gelişmiş sanayi ülkelerinin çoğunluğunda, tüketim maddelerine yoğun bir talep oldu. Bu durumun en önemli faktörü ise bu ülkelerde yaşanan nüfusun hızla artmasıydı. Doğum oranlarında ki yükseklik ve artan nüfus, tekstil, gıda, eğitim ve inşaat sektörlerinde ki tüketimi teşvik etti. Ülkeler genelinde işçilere ödenen ücretlerin artması, devletlerin uyguladığı sosyal politikalar çerçevesinde uygulanan sosyal yardımlar, vatandaşların gelirine katkı sağladı. Sosyal sigortaların kapsamlarının genişletilmesi, çoğu ülkede tüm yurttaşlara sosyal sigorta güvencesi sağlanması ile refah kurumları, evrensel ve kapsamlı hale geldi. Öyle ki İvan T. Berend 20.Yüzyıl Avrupa İktisat Tarihi adlı kitabında bu dönemi şöyle anlatır:

   ‘’Batı Avrupa’da kişi başına sosyal güvenlik harcamaları 1930’lardan 1957 yılına kadar on misli arttı. Savaş sonrasındaki ilk on yılda sosyal hizmetlere yapılan harcama İtalya’da on dört misli, Fransa’da yedi misli, İsveç’te altı misli ve Batı Avrupa genelinde dört misli artıyordu. Bunun sonucunda, GSMH’nin %40-50’si sosyal yardım harcamalarına gitmekteydi.’’

tüketim

Talebin artmasındaki bir başka mühim faktör, kredi alma sisteminin dünya genelinde yaygınlaşması diyebiliriz. Tüketimi son derece teşvik edici olan bu sistem ailelere, borçlandıkları miktarları daha sonra değerini kaybetmiş bir parayla ödeme olanağı sağladı. Bunun sayesinde de, kredi sistemi ile birçok aile, ev aletleri, araba ve ev sahibi olma imkânı buldu. Radyo ve televizyonların yaygınlaşması ile reklam sektörü gelişme, ürünler ise daha büyük insan kitlelerine ulaşma imkânı sağladı. Dayanıklı mallar savaşın bitişi ile birlikte tüm evlerde görülmeye başlandı. İkinci Dünya Savaşı öncesi, lüks olarak addedilen ve herkesin kolay kolay sahip olamayacağı tüm ürünler, savaş sonrası dönemde hemen herkes tarafından erişilebilir ve kullanılabilir hale gelmişti.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Farklı Düzeylerde Büyümenin Yönetimi

   Önceki yazıda belirttiğimiz gibi bolluk yıllarının 1945 senesi ile başladığını yazmıştık. Ancak değişen, dönüşen ekonominin ve artan büyümenin gerçek anlamda etkileri, daha ileri bir tarih olan 1960’da kendini göstermeye başladı. Devletler nezdinde kazanılan paranın artması, büyük bankaların, büyük bankaların devreye girmesi ise, holdingleşmenin önünü açtı. Şirketlerde yoğunlaşmanın hız kazanması ve çok uluslu şirketlerin ortaya çıkışı, dünya ticaretinde bu holdinglerin üretimde söz kazanmasını sağladı. Çok uluslu şirketler büyük yatırımlar yaptılar ve kimya, lastik ve petrol sanayisi gibi sektörlerde belirleyici bir rol edindiler. Bolluk yıllarının tercih edilen ekonomi kuramı Keynesçilikti. Bu kuram doğrultusunda devletin eli, ekonominin plan, program ve yönetiminde en büyük pay sahibiydi. Patlak vermesi muhtemel bir kriz için devletler, ekonomiyi düzenlemek ve bir takım tedbirleri hayata geçirmek zorundaydılar. Ancak İkinci Dünya Savaşı Sonrası tüm bu büyüme süreci hem şirketler, hem de devletler nezdinde bir rehavete kapılma ile sonuçlanacaktır. Neredeyse tüm sektörlerde görülen büyüme ve yeni gerçekleşen bilimsel buluşlar, bunların hayata geçirilmesi, bir daha dünyanın 1930’larda yaşanan buhranın bir benzerini yaşamasını ihtimalini, göz ardı edilmesine neden olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Büyümenin Toplumsal ve Sınıfsal Etkileri

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Büyümenin Toplumsal ve Sınıfsal Etkileri

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Büyümenin Toplumsal ve Sınıfsal Etkileri

   İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük sanayi ülkelerinin gelişmesi ile artan işgücü ve refahın sonucu olarak, köylü nüfus hızlı bir şekilde şehirlere göç etmeye başladı. Nüfus patlaması ile birlikte bu göç dalgası, kentlerde konut açığının ortaya çıkmasına ve inşaat sektörünün hızlanmasına sebep oldu. Ekonomik büyümeye katkı sağlayan inşaat sektörü kendine farklı ülkelerde, farklı biçimlerde uygulama alanı buldu. Örneğin toprağı Amerika Birleşik Devletlerine görece küçük olan Fransa’da, yeni oluşan mahallelerdeki konutlar, dikine bir şekilde inşa edildi. Nüfus oranına göre daha fazla toprak alanına sahip ABD’de ise, standart şekilde inşa edilen müstakil evlerin oluşturduğu banliyöler ortaya çıktı. Her yeni kurulan mahalle ile birlikte, orada oturan ailelerin ihtiyaçları ile doğru orantılı olacak şekilde, okul, market, devlet dairesi, banka sayısında da artış gerçekleşti. Bu sektörler de çalışan insan sayısının çoğalması ile birlikte de geniş bir orta sınıf oluştu. Fabrikalaşmanın yoğunlaştığı bölgelerde ise ihtiyaç duyulan vasıfsız işçi ihtiyacı ise, dünyanın gelişmiş tüm ülkelerinde genellikle göçmenler tarafından karşılandı. Bunun yakından şahit olduğumuz bir örneği ise ülkemizden Almanya’ya geçimini sağlamak için giden Türk işçilerdir.

 Sanayi ülkelerine yapılan bu göçler ile birlikte o ülkelerde, göç eden vatandaşların bir arada yaşadığı yeni mahalleler, yani gettolar oluştu. Gettolar, yabancı oldukları bir memlekette, aynı ülkenin vatandaşlarının toplumsal dayanışma içerisinde bulunmasını sağlıyordu. Bilimsel buluşların gelişip hayata geçirilmesi ile birlikte üretimin artması, makineleşmeyi doğurduğundan, tarım konusunda insan ve kol gücü yerini, yeni alet ve araçlara bırakmayı zorunlu hale getirdi. Nüfusun artması, kişi başına düşen toprak metre karesinin azalmasına, makineleşmede insana duyulan ihtiyacı azalttığından, köylü sınıfı toprağını terk etmek durumunda kaldı. Ancak bolluk yıllarının en önemli özelliklerinden olan işsizlik oranının son derece az olması avantajı sayesinde bu köylüler, büyük şehirlerde kendilerine yeni işler bulabiliyorlardı.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Büyümenin Dünyaya Dağılımı

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Büyümenin Dünyaya Dağılımı

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Büyümenin Dünyaya Dağılımı

İkinci Dünya savaşı yaklaşık olarak otuz sene boyunca devam eden kesintisiz büyüme, faydalarının yanında birçok sorunu da beraberinde getirdi. Bu derece bir büyümenin, hem büyüyen ülkeler, hem de dünya genelinde bir eşitsizlik doğurması kaçınılmazdı. Her ne kadar refah devleti, vatandaşlarına birçok sosyal hizmeti ve imkânı sağlasa da, toplumun her kesimi bundan eşit bir şekilde faydalanamamaktaydı. Büyük sanayi ülkelerinde orta sınıfın refahının artmasına karşılık işçi kesiminin, kendisine dayatılan yaşam tarzına uyum sağlamaktan başka bir şansı yoktu. Bu insanlar orta sınıfın sahip olduğu, araba sahibi olma ve tatil yapma gibi imkânlara kolay kolay sahip olamıyorlardı. Refahın artması, gelirleri arttırarak aşırı yoksulluğun azalmasını sağladı. Ancak sanayileşmiş ülkelerdeki sınıfsal eşitsizlikleri yok edemedi. Çoğu Avrupa ülkesinde, gettolar günlük yaşamın bir parçasıydı. Dünya genelinde ise refah devleti uygulamaları, Amerika’dan Batı Avrupa’ya, Kanada ve Avustralya’ya kadar uzanan bir alanda yaygınlaşmıştı. İskandinav ülkeleri de bolluk yıllarında büyük gelişme kaydeden diğer ülkeler arasındaydı. Akdeniz ülkeleri arasında yer alan İspanya ve Yunanistan gibi ülkeler de rejimleri dolayısıyla geç de olsa, bolluk döneminin son yıllarından faydalandılar.

İkinci Dünya Savaşı Sonrasının Sonuçları

İkinci Dünya Savaşı Sonrasının Sonuçları

İkinci Dünya Savaşı Sonrasının Sonuçları

  İkinci Dünya Savaşı sonrası, başta Avrupa ve ABD olmak üzere dünyada, sosyal refah devleti anlayışı benimsendi. Bu ülkelerde sosyal harcamalarda artışlar yaşandı, kamu hizmetleri genişledi, birikim ve kalkınma modelleri sosyal amaçlara hizmet etti ve toplum belirli bir refah düzeyine kavuşturuldu. Refah devleti uygulamalarından ise en fazla yararlanan, başlıca Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, SSCB, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkelerin vatandaşları oldu. Avrupa’ya görece az olmakla birlikte Akdeniz ve İskandinav ülkeleri de kayda değer bir ekonomik gelişme gösterdiler. 1945-1975 seneleri arasında süren ve dünya genelinde görülen bu kesintisiz büyüme, bolluk yılları olarak adlandırıldı. Bu yıllar boyunca işgücü verimliliğinde devrim niteliğinde bir artış yaşandı. Yatırımlar hızla arttı. Daha eğitimli, vasıflı ve daha esnek işgücü ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu işgücünün büyük kısmı da tarımdan sanayiye kaydı. Sermaye birikimi yeni teknolojik gelişmeler kapı araladı. İletişim araçları, motorlu taşıtlar ve dayanıklı ev aletlerinin gelişmesi ve yaygınlaşması devrim niteliğinde oldu.

Refah devletinin uygulamaları sayesinde gelecek kaygısı gütmeyen insanlar tüketime yöneldiler ve bu durum ekonomik büyümenin devamlılığını sağladı. Orta sınıf genişledi ve yaşam standardı yükseldi. Toplumun geneline kıyasla daha zengin olan kesim ise bu yıllarda servetine servet kattı. Bankalar ve çokuluslu şirketler uluslararası ticarette, devletler ise kendi ekonomileri üzerinde denetim sahibi oldular. Bolluk yıllarında refahını arttırıp gelişme sağlayamayan tek kıta ise Afrika oldu. Tarih boyunca beyazlar tarafından sömürülen bu insanlar, bolluk yıllarında da Batı tarafından sömürülmeye devam ettiler. Petrol krizi ile birlikte içine girilen kriz ortamı ve bu durumun atlatılamaması ise bolluk yıllarının sona erip küreselleşme çağının başlamasına sebep oldu.

“İkinci Dünya Savaşı Sonrası Refah Devletleri” benzer yazılar okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

You may also like

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

More in:Tarih