
Evin kapısını yavaşça kapattıktan sonra kendini bahçeden dışarıya attı. Neden sessiz davrandığına ilk başta kendisi de anlam veremedi. Çünkü kaldığı evde kendisinden başka kimse yoktu. Sokağın köşe başında biraz duraksadı ve sahil tarafına doğru gitmeye karar verdi. Dalgın ve düşünceliydi bugünlerde. Akşam yemeğini yerken de pek keyfi yok gibiydi. Yine, küçük yaşta kaybettiği annesi ve yıllar önce kendisini bırakıp giden babası takılmıştı aklına Sâlim’in. Sahilde bir bankta otururken çocukluk yılları film şeridi gibi geçiyordu gözlerinden. Hele annesiyle birlikte akşam yürüyüşlerine çıkıp dolaştıkları o günler..
Denizin maviliğinde uzun uzun göz gezdirirken içindeki o boşluğun dolmayacağını düşündü bir an. Uçurtma uçuran çocuklara takıldı gözleri. Mutluluk nasıl da okunuyordu yüzlerinden. İçinden, ‘en son ne zaman böyle mutlu olmuştum acaba’’ diye geçirdi. Bir an kalkıp onlara katılmayı düşündü ancak çocukların ellerindeki iplerin kopup uçurtmaların göklere doğru yükseldiğini fark etti.
Eskisi gibi çocukluk arkadaşlarıyla da vakit geçirmek istemiyordu. Alışmış gibiydi yalnız yaşamaya. Bir sahafta çalışmaya başlamıştı kısa bir zaman önce. Sahaf dükkanının sahibi Nevzat amca da müteessir oluyordu Sâlim’in bu hâlinden. Ona patron gibi muamele etmekten çok bir ağabey gibi davranıyordu. Sâlim yük olmamak adına bu durumdan mahcubiyet duyuyordu çoğu zaman. İşten çıktığı gibi doğru evine gidiyordu akşamları.
Evde vakitlerinin çoğunu kitap okumakla ve bir şeyler karalamakla geçiriyordu. Bir nebze de olsa yazıya dökebiliyordu derdini. Annesinin özene bezene yaptırdığı masanın başına oturduğu vakit dökülüyordu kelimeler kaleminden. Küçükken bu masanın başında ödev yaptığı vakitler geldi aklına. O anlarda annesinin onu öylece durup izlemesine ve yüzünde oluşan o gülümsemelere anlam veremezdi. İçinden ‘şu anda da izliyor mudur beni acaba’’ diye geçirdi ve yazmaya başladı bir gece yarısı.
Mutluluk
Buraya tıklayarak okumaya devam edebilirsiniz.